“RUHUM DUVARA YANSIYAN GÖLGEMİN BÜYÜKLÜĞÜ KADAR DAR GELİYORDU BEDENİME...”
- Münzevi
- 6 Ara 2024
- 2 dakikada okunur

Saat 23.15...
Günlerden Pazartesi. Her zaman olduğu gibi bugün de yalnızım. Mutfağımda bulunan beyaz renkli, çizgili desenleri olan masamın üzerine hazırladım mezeleri. Bu gece yine kendimi misafir edeceğim. Oturup içeceğiz birlikte. Yine derin mevzulara dalıp gideceğiz...
İşte buzdolabından çıkardım soğukları, koydum masamın üzerine. Evet her şey hazır, artık oturabilirdim siyah sandalyeme. Tam oturacağım derken elektrikler kesildi. Salondaki ünitenin çekmecesinden bir mum alıp hemen mutfağa geri döndüm. Yeşil çakmağımla mumu yaktım ve ona da bir yer ayırdım masamda. Doldurdum bir kadeh ve hemen ardından bir sigara yaktım. Geceye eşlik etmesi için bir de müzik açtım, başladım demlenmeye...
Bazen bir yudumla sarhoş oluyordum kendimi dinlerken, bazen de birkaç şişe devirip sapasağlam durabiliyordum ayakta. Bu gece bir yudumla sarhoş olacağım gecelerden biriydi. Mevzu o kadar derindi ki... Başım dönmeye başlamıştı bile. Hatta bir ara sandalyeden düşer gibi de oldum. Kızıyordum kendime, söyledikleri canımı çok sıkıyordu... Kendi sesimi bastırması için müziğin sesini biraz daha açtım. Kendimi dinlemeyi bırakıp şarkıya eşlik ettim bende... Tam o sırada, mum ışığıyla duvara yansıyan gölgeme takıldı birden gözlerim. Seyrettim bir süre.
Mum ışığına yaklaştıkça büyüyordu duvardaki gölgem. O an düşündüm de; ruhum, duvara yansıyan gölgemin büyüklüğü kadar dar geliyordu bedenime... Bugün o duvarda gölgeme değil, ruhuma rastlamıştım aslında. Çünkü gölgem de ruhum gibi hep içimde gizliydi. Birinin görünmesi için karanlık bir ortamda küçücük bir ışık olması gerekliydi, öteki için ise bedenin toprağa kavuşması...
İçime sığmıyordu ruhum, biliyordum. Bedenimden katbekat büyüktü; duvarda görünen gölgem kadar büyük ! Bu kadar ağırlığı taşıyamıyordu artık. Belki de bu gece son gecem olmalıydı. Bedenimi ve duvarda görünen gölgemi ruhumla bütünleştirmeliydim. İşte bardakta kalan son bir yudum daha...
Saat 00.13...
En sevdiğim Salı gününün ilk dakikaları... Salı gününü diğerlerinden daha çok seviyordum. Benim gibi yalnızdı çünkü. Tekti, bağımsızdı diğer günlerden... Gün’dü evet ama tek başına bir gün. Bende insandım oysa. Milyarlarca var olan o insanlardan. Ama tektim. Bu yüzden Salı çok benzerdi bana...
Zaman sinsice ilerliyordu.
Saat 02.41...
Şişeler yan yatmış, saatin geç olması nedeniyle müziğin sesi biraz daha kısılmış, kül tablam izmaritle dolmuştu. Kendime kalmıştım yine, benden kaçışım yoktu. Kendimle ettiğim sohbeti bayağı ilerletmiş vaziyetteydik. Ara ara gözlerimiz doluyor ama yaşlarını akıtmıyorduk. Ara ara da kahkaha atıyorduk tüm acılarımıza... Bu kez de gölgem öylece durmuş, sessizce bizi seyrediyordu. Kendimin dertlerini dinlemeye öyle odaklanmışım ki tamamen unutmuşum onun da orada bulunduğunu.
Evet, nihayet elektrikler de geldi. Duvardaki gölgem, gelen ışıkla birlikte aniden kayboldu. Artık bir gölgeye sahip değildim. Oysa bedenim, gölgem ve ruhum birer bütündük. Görünmese de gölgem hep benimleydi. İçimde var olduğunu biliyordum. Tıpkı ruhumun içimde var olduğunu bildiğim gibi. Yoksa karanlık bir ortamda ufacık bir ışıkla karşımıza çıkan o gölgelerimiz, ruhlarımızın birer yansıması mıydı? Evet, evet ! Karanlığın içinde var olan bir ışıkla bize görünen, bedenimizin o “siyah” yansıması, ruhumuzdan başka ne olabilirdi ki ?
Comments